Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 29 Ekim 1923’te ‘Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir’ diyerek ilan ettiği Cumhuriyetimiz, atalarımızdan bizlere kalan en büyük mirastır.
Cumhuriyet; milletimizin birlik içinde vermiş olduğu varoluş mücadelesinin, azim, fedakârlık ve büyük bir kahramanlıkla ölümsüzleştirmesidir. Bu yıl Cumhuriyetimizin 100. Yıldönümü kutluyoruz. Nice 100 yılların ilki olsun, bu millet ilelebet var olsun.
Bu vesileyle, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını, tüm şehit ve gazileri saygı, minnet ve özlemle anıyoruz.
Su hayattır, su gıdadır
Bu yıl Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) raporunun, Dünya Gıda Günü teması ‘su hayattır, su gıdadır. Kimseyi geride bırakmayın’ oldu. Raporu incelediğimizde bu temanın neden belirlendiğini daha iyi anlıyoruz.
Rapor bize dünya nüfusunun 29,6’sının yeterli gıdaya erişemediğini gösteriyor. İşin vahim tarafı ise 2019’dan bu yana gıdaya erişmekte sıkıntı yaşayan insan sayısı yükselişte.
Hızlı nüfus artışı, kentleşme, ekonomik kalkınma ve iklim değişikliği gibi faktörler, gezegenin su kaynaklarını giderek artan bir baskı altına sokuyor. Aynı zamanda, kişi başına düşen tatlı su kaynakları da geçen yıllarda yüzde 20 azaldı. Buna 2020 yılından bu yana pandemi ve savaşlarla sınanan ülkelerin gıda milliyetçilikleri de eklendi.
Parası olsa bile gıdaya ulaşamayan ülkeler, gıda orada dursa bile aşırı yükselen fiyatlar sebebiyle gıdaya ulaşamayanlar bu yaşadıklarından ders alarak gıda stoklamaya başladı.
İşin bir de ‘açlık’ boyutu var. 2019 yılında Dünya genelinde bu oran yüzde 7,9 iken, 2022 yılında yüzde 9,2’ye yükseldi. 2023 yılında açlık oranının değişmemesi bekleniyor. Açlıktan en fazla mağdur olan coğrafyalar, Afrika’nın yüzde 20’ye yakını, Asya’nın yüzde 8,5’i ve Okyanusya yüzde 7’si olarak karşımıza çıkıyor.
Dünyada açlıkla mücadele eden bölgelere baktığımızda, bu bölgelerin aynı zamanda kullanılabilir suya erişimde de sıkıntı çektiğini görüyoruz. Dünya yüzeyinin yaklaşık yüzde 71'ini kaplayan su miktarının sadece yüzde 2,5'i içme, tarım ve endüstriyel kullanım için uygun durumda.
On yıllardır süren suyun kötü kullanımı ve yönetimi, yer altı sularının aşırı çıkarılması, kirlilik ve iklim değişikliği nedeniyle su mevcudiyeti ve kalitesi hızla kötüleşirken bu değerli kaynağı geri dönüşü olmayan bir noktaya kadar tüketme riskiyle karşı karşıya olunduğu uyarısı yapılıyor.
Gelelim ülkemize.
Son birkaç yıldır, yazın büyük orman yangınları, bahar ve kışın ise seller yağmurlar artık olağan haberler halini aldı. Şehrin ortasında insanlar, sele kapılıp boğularak hayatlarını kaybedecek kadar aşırı yağışlar görülüyor. Bu sadece ülkemize has bir durum da değil. Libya’daki sel felaketinde 12 bin insan hayatını kaybetti. Üstelik Türkiye’ye gelirken son anda yön değiştiren bir fırtınada.
Bu felaketlere doğal afet demek ne kadar doğru bilmiyorum. Çünkü yaşanan her felakette insan eli var. Tarım arazileri elde edebilmek için yok edilen ormanlar artık yağmur üretemiyor. Enerji ihtiyacını karşılayabilmek için yapılan Hidro elektrik santrallerinde (HES) dereler kurudu. Kalitesiz kömür kullanılan termik santraller zaten tüm kaynakları zehirliyor. Adeta, bir elimizle hayata tutunurken, diğer elimizle kendi kuyumuzu kazıyoruz.
Gelmekte olan bir felaket daha var. Bu felaketin adı ‘susuzluk’. İklim değişikliği ve ırmak, göl sularının kuralsız kullanımı sonucunda Türkiye’de 300’e yakın doğal gölün yüzde 60’ı kurudu. Örneğin, Nasreddin Hoca’nın yoğurt mayası çaldığı Akşehir gölü artık yok. Artık öyle su bolluğu da yok.
Türkiye, su stresi yaşayan bir ülke. Bulunduğu konum olarak da küresel ısınma ve kuraklığın etkilerini en fazla yaşayacak ülkelerden biri. Zaten kuraklığı en fazla yaşayacak ülkelerin başında Ortadoğu ülkeleri var. Bu ülkelerden yoğun göç olabileceği tahmin ediliyor. Büyük ihtimalle ilk tercihleri yine Türkiye olacaktır.
Türkiye’de 2000 yılında kişi başına düşen su miktarı 1652 metreküp iken, 2022 yılında 1322 metreküpe düştü. Kişi başına düşen su miktarı, 1000 metreküpün altına inerse su fakiri ülke olarak sınıflandırılacağız.
Peki nereye gidiyor bu sular?
Türkiye’de tatlı suyun yüzde 77’sine denk gelen 44 milyar metreküpü tarımda, geri kalan 13 milyar metreküp suyun ise yüzde 21’i sanayide yüzde 12’si evlerde kullanılıyor. Tarımda harcanan suyun artan nüfusla beraber 2050 yılına kadar yüzde 35 oranında daha artması bekleniyor. Bu suları etkin kullanamazsak ne tarım olur ne hayvancılık olur ne de gıdamız olur.
Ülkemizde ekonomik olarak sulanabilir alan 8,5 milyon hektar. Bunun 6,96 milyon hektarı sulamaya açık durumda. Sulamaya açılan alanda artış olmakla birlikte 1,54 milyon hektar alanda sulama altyapısı tamamlanmadı.
Ekonomik nedenler, su kaynağı ve tesis yetersizliği, topoğrafya yetersizliği, arazinin parçalı olması gibi nedenlerden dolayı tarım alanları yeterince sulanamıyor. Bu alanları bir an önce sulamaya açmamız gıda milliyetçiliğinin ön plana çıktığı bugünün dünyasında çok önemlidir. Ancak daha önemlisi bu alanları etkin şekilde sulamalıyız.
Çözüm zor değil
Dediğimiz gibi; Türkiye’de kullanılan tatlı suyun çok önemli bir kısmı tarımda kullanılıyor. Buna göre bizim acil şekilde çiftçimizi bilinçlendirmemiz, vahşi sulamadan vazgeçirmemiz gerekiyor.
Vahşi sulama yapan çok sayıda çiftçimiz var. “Ne kadar çok su verirsem o kadar çok ürün alırım” anlayışı ne yazık ki devam ediyor. Amaç toprağı değil, bitkiyi sulamak olmalı.
Randıman oranlarına bakıldığında; salma, karık, tava usulü sulamada randıman oranı yüzde 45-50 iken, yağmurlama sulamada bu oran yüzde 75’e, damla sulamada ise yüzde 90-98 oranına çıkıyor.
Akıllı modern sulama sistemleri ile toprakta etkili kök derinliğindeki su durumuna göre sulama yapmayı sağlayan ‘Yeni Nesil’ cihazlara ihtiyaç var. Endüstri 4.0 ‘a uygun sulama otomasyon sistemlerini alan çiftçilere ve çiftçi gruplarına, sulama kooperatiflerine ilave hibe desteği verilmesi, suyun verimli kullanılmasını artıracaktır.
***
Bundan 3-4 yıl önceki yazılarımızda belirttiğimiz iç karartıcı kâbus senaryoları için 2050’li yılları tarih olarak veriyorduk. Bugün maalesef bu tarihi 2030’lu yıllara çektik. Torunlarımıza güzel bir dünya bırakalım diye uyarıda bulunurken şimdi aynı tehditle bu yazıyı okuyan siz değerli okuyucularımızın büyük bir kısmı karşı karşıya. Tarım sektöründe faaliyet gösteren değerli Üyelerimiz başta olmak üzere ‘tek başıma neye yeterim’ diye düşünmenin vakti geçti. Artık teker teker eyleme geçme, tedbir alma vakti geldi.